ANTROPOLOJİK BİR KATEGORİ OLARAK ÖZGÜRLÜK
“Özgürlük” sözcüğü bende farklı çağrışımlar uyandırır. Bu sözcük sözkonusu olduğunda ilkin aklıma sözcüğün gramatik yapı içindeki kullanımı gelir; acaba “özgürlük” bir “ad” mı yoksa “edim”i mi belirtiyor. Kendi açımdan bu sorunun yanıtını “edim” olarak beliriyorum.
“Edim”, “eylem” insanın en temel özelliğidir. Canlı- cansız tüm varolanlar bir devinim içindedirler. Bu devinimlerin kuralları ise bize bilimler tarafından sunulmaktadır. Bilimler aracılığı ile biliyoruz ki edimlerin büyük çoğunluğu belirlenmiş, determine edilmiştir. Cansız dünya ile uğraşan bilimler formülleri ve kanunları ile birtakım zorunluluk yasalarını bize veriyorlar. Ancak bu alan tamamen sorunsuz değil; işin içine rastlantısallık girince bir patırtı kopuveriyor.
Kendi görüşüme göre özgürlük bir bilinç işidir. Öyleyse özgürlükte sözetmek için bilinçli bir varlığa gereksimimiz var. Öyleyse özgürlük, insan varolduğu sürece sözkonusu oalcaktır, özgürlük ile insan arasında bir çift gerektirirlik vardır. Bu açıdan, “insansal bir kategori olarak özgürlük” deyimini sadece insanın, insanoluş süreci aşılmış bir aşamanın imi olarak kullanacağım.
“insansal bir kategori oalrak özgürlük” dediğmizde anladığımız şey; insanın insan oluşunun özniteliği olarak özgürlük anlayışıdır. Doğa, insan dışı dünya anlamına gelmez; insan da doğadır, doğaya içkindir. Doğadaki varlıklar arasındaki kategorileşmede apayrı ve özel bir yeri olması onu farklılaştırır. Ya da bir başka ifade ile onun öznitelikleri onu farklılaştırmış ve kategorik olarak özel bir yere getirmiştir.
Burada ele aldığım özgürlük, insanın değerler oluşturan bir varlık olması ile ilintili olacaktır.
İnsan, doğada, değerler oluşturan tek varlıktır. Hayvanlar için de birtakım değerlerin bulunduğu söylenebilir, ancak onlar bu değerleri oluşturmamışlardır; onlarda değerler daha çok içgüdüseldirler. Oysa insan değerlerini kendisi oluşturur. Bütün yapıp etmeleri, onun, değerler oluşturmasını öngörür. İçgüdüsel hareket etmediği için edimlerine bir sıra , bir düzen vermek zorundadır; bunu da ancak oluşturduğu değerler aracılığı ile yapar.
Değerler oluşturmak açısından insanın özgürlüğünü ele aldığımızda, onun, bir açıdan özgür, diğer bir açıdan bağımlı olduğunu söylemek gerekeceğini sanıyorum.
İnsan, yalıtılmış bir “tek-varlık” değildir; bir toplum içinde yaşar. Toplumun özniteliği, ortak bir değerler sistemidir. Toplum içinde dünyaya gelen insan da toplumun değerlerini benimser. Bu açıdan onun özgür olduğunu söylemek güçtür. Ancak bir başka açıdan akıl sahibi bir varlık olarak insan, aklını eleştirel kullandığında özgürlüğe yaklaşır. Toplumun değerler sistemi içerisinde kendi bireysel değerlerini oluşturabilir, oluşturduğu bu değerlerin sistemli olması kaygısının da bulunmaması tercih edilir bir durumdur. Çünkü değerlerini bir sistem doğrultusunda oluşturmak, sistem dışı kalanları dışlamak, sistem dışına çıkamamak anlamına gelir ki bu da özgürlükten verilmiş büyük bir ödündür.
“Aklını eleştirel kullanmak”, bireyselleşmek demektir. Bir bilinç sahibi olan, bireyselliğinin farkında olan insan aklını kullanacak ve ya tek tek değerleri ya da toptan değerler sistemini eleştirecektir. Bu eleştiri de, yıkıp bırakmak amlamında bir elştiri olamaz. Çünkü insanın yaşamını sürdürebilmesi için bir takım değerlere sahip olması gerekir; böyle olmadığı takdirde insanın yaşaması tehlikeye düşer. Bu açıdan insan, yıktığı, kendisine yabancı olan, uslamlamasına sığmayan değerlerin yerine yenilerini koymak zorundadır. O, bu yeni değerleri özgürce koyar. Değerler oluşturmadaki özgürlüğü bu anlamda ele alıyorum.
İkinci aşamada insan, değerleri ile yaşam edimlerini oluşturur. Öngördüğü değerleri çerçevesinde amaçlarını saptayarak, bu amaçlar çerçevesinde araçlarını belirleyecektir. İşte insan, değerlerin determinasyonu ile belirlediği amaçları ve amaçlarının determinasyonu ile belirlediği araçları (edimler) açısından özgürdür. (Amaçların determinasyonu dedim; ancak bu, bir üst aşamada yine değerlerin determinasyonudur.) Burada bir soru sorulabilir: Burada “özgürlük” dediğimiz yerlerde aslında bir “zorunluluk” yok mu? Eğer araçları (edimleri) amaçlar, amaçları da değerler belirliyorsa kesin bir determinizm yok mu? Bence yok; çünkü birey, değerlerini özgürce saptar, temelinde özgürlük olan bu değerleri ile amaçlarını saptar (dikkat edilmelidir ki değerler ile amaçlar arasında neredeyse bir özdeşlik vardır, amaçlar, değerlerin daha bir somuta indirgenmişidir.) bunlara giden yol olan araçları daha sonra belirler. Hepsinde, ilk baştan gelen bir özgürlük var.
Böylece özgürlük sorunu, bir bireyselleşme sorunu olarak ele alınmalıdır. Buna göre özgürlük dereceleri bir toplumdaki bütün insanlar için eşit düzeyde olmayacaktır. Onlar, kendi bireyselliklerini elde edebildikleri ölçüde özgür olacaklardır.
Benim olumlu anlamda aldığım özgürlük böyle belirlenebilir. Ancak bir de olumsuz anlamda özgürlük vardır ki bu da insanın kendisini cansız doğadaki nedensellikten ve hayvansal içgüdüden kurtarması, özgürleşmesi anlamındadır. Bu anlamdaki özgürlük, gerçekte, cansız doğadaki zorunlu nedenselliğin bir gereğidir. Bu nedensellik belki kör bir nedenselliktir ama ileri işleyen bir süreç olduğu da kabul edilmelidir. Bu süreç içinde bir nokta da olumsuz anlamda ele aldığım özgürlük, kaçınılmaz bir aşamadır.
Anropolojik açıdan özgürlük dendiğinde bu iki anlamdaki özgürlük ele alınır.
İzzet Metcan
7 Kasım 1990
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder