30 Nisan 2008 Çarşamba

Bir Düş Kurdum kendime

Bir düş kurdum kendime

Düşümde ben yoktum

Belki hiç gelmemiştim dünyaya

Belki de çoktan geçip gitmiştim

Tek bir iz bırakmadan.

Bir düş kurdum kendime

Düşümde yoktum, ama ağladım.

Düşü kuran mıydım, yoksa düşün içinde bir parça mı?

Anlayamadım; ama ağladım.

Bir düş kurdum kendime

Düşte miyim, değil miyim,

Hala bilemiyorum.

21 07 2005

Aradığımız Ölüm

Değişen ne
Şu kısacık ömrümüzde.

Aradığımız ne
Beklediğimiz
Umduğumuz

Eninde sonunda kendimizleyiz
Başbaşa

Adı kimi zaman yalnızlık
Kimi zaman ölüm.

20 07 1997

O An

O an geldiğinde güzelim
Yani artık kayıtsız kaldığımda
Savaşlara; kitleleri yokeden
Açlığa yeryüzünde
Tepki göstermezsem.

İşte o an güzelim, o an geldiğinde
Haksızlıklara kayıtsız kaldığımda
Umursamaz olduğumda acılarını
İhtiyaçlarını insanların

O an güzelim, işte o an

Eğer sevmekten kesilirsem seni
Bil ki o an durmuştur yüreğim
Donmuştur kanım

İşte o an güzelim, o an geldiğinde
Bil ki bayrak senderdir artık.

Ekim 1995

Varolmaktan Kesildim

Serseri bir kurşundu
Dağıtan beynimi
Durdu yüreğim,
Dondu kanım.
Anılarım,
Beklentilerim,
Sevgilerim...
Hepsi yokoldu,
Silindi.
Bir cesettim artık
Soğuk ve ruhsuz.

Ne bir özlem vardı
Ne bir sevgi
Ne de bir anı kırıntısı

"Var" da var değildi artık
Benim için.

Bir serseri kurşun
Varolmaktan kesmişti beni.

Ocak 1993

26 Nisan 2008 Cumartesi

Resim

Yaşlı gözlerle bakma bana öyle
Biliyorsun döneceğim sana yine
Haydi sil artık gözlerini, -silsene.
Dayanamıyorum seni böyle görmeye.

Ağlama artık, konuş benimle
Kaldır alınından dökülen saçlarını
Kaldır ki bir kez daha göreyim,
Gözlerinin rengini.

Bükme dudaklarını, bükme öyle
Küskün çocuklar gibi.

konuş benimle, konuş bir tek kelime
İnan ki çok seviyorum seni
Ama her an yanında olamam ki!

Evimiz olacak birgün; ufacık, kutu gibi.
Öylesine ufak ki;
Bir köşesinde sen, bir köşesinde ben
Otursak bile
Ellerimiz değecek birbirine
Nefesini çekeceğim içime...
....

Ama biliyorsun hayal hep bunlar
Yaşayamayız, tadamayız bu mutlulukları
Çünkü sen bir resimsin, anlıyorsun değil mi?
Ama;
Gün gelecek çerçeveleteceğim seni;
Evimin en güzel köşesine asmak için
saatlerce seyredip
Huzur bulabilmek için.

21 04 1987

Yağamadı Gözlerim.

Yağacak bir kuytu aradı
gözlerim
Bulamadı...
Yağamadı...

19 Nisan 2008 Cumartesi

HAYALGÜCÜ

Bugün;
Dünyayı dolaştım
Gözlerim kapalı
Ayaklarım durgun...
Paris’teydim sabah;
Tek tek çıktım –ikişer değil- basamaklarını Eyfel’in
Derin derin nefes çektim içime
Her basamağında Paris’in...
...
Tükendiğinde basamaklar
Ne nefes kalmıştı, ne hal
Büküldü dizlerim hayalimde
Bir başkaydı Paris
Sabahın yedi onbeşinde
...
İnatla ufku zorlayan güneş
Sonunda başarmıştı
Paris semasından
Eyfel’in zirvesine indirmeyi
Işıklarını
...
Görünmüyordu Eyfel’den
Paris’in sanatçı kahveleri ama
Ben herzaman o kahvelerdeydim
Sanatçılarla
...
Yükselmeye başlayınca güneş ışıkları
Yerden semaya doğru tekrar
Gömülmeye başladı Paris
Karanlığa
En tenha sokağına kadar
Ve aldım düşüncelerimi
Paris’ten New York’a
Ve Londra’ya ve Roma’ya
İşte böyle
Benim ömrüm
Gezmekle geçiyor dünyayı
Paris’ten Londra’ya, Bonn’a, New York’a...
Gezerim bütün sonsuzluğu
Bende bu hayal oldukça.

Kasım 1987

BEN

Bazen kaçarım insanlardan

En loş, en tenha köşeye

Bazen Beyazıt’ta bir bank’a

Bazen okulun en ıssız köşesine

Oturur düşünürüm kendimi

Toplamaya çalışırım kafamı

O yoğun karmaşada

Kimsenin kendisini dinlemediğinden yakınan

Sessizliği dinlerim ben o ıssız köşede

Bazen insan sesleri gelir kulağıma

Kimi şen şakrak

Kimi ağlamaklı

Yaprakların hışırtısını dinlerim

Güvercinlerin kanat çırpışını

İnsanları izlerim bazen, yükseklerden

Minnacık görünürler en heybetlileri bile

Koşuşan böcekler gibi

Kimisi bir direğe yaslanır

Gazetesini okur

Bid diğeri bağırır “sıcak simitlerim var” diye

Yakılanır sesi caminin taş avlusunda

Hepsi farklı insanların,

Dünyaları, umutları, sevinçleri, üzüntüleri...

Herşeyleri farklı....

İzlerken insanları

Uçup gider bazen düşüncelerim

Birleşir diğer insanların düşünceleri ile

Böyle hissetmeye çalışırım onları

Birer insan olarak.

Ben nefret etmem kimseden

Hor görmem bir tek kişiyi bile

İster zengin olsun, ister fakir

İster köylü, ister şehirli

Ya da bir dilenci....

Farketmez bence bunlar

Yeter ki “insan” olsunlar.

Ben insanları severim

İyisiyle kötüsüyle

Dostlarımdır onlar benim

Kendileri bilmeseler bile

Kırmam dostlarımı asla

Vurmam hatalarını yüzlerine

Bilirim çünkü en ağır tokattır onlar

Anlatırım hatalarını

Uygun bir zamanda güzelce

Bitmese derim dostluğumuz

Yollarımız ayrılsa, vaktimiz tükense de

Ben yalnızlıktan hoşlanırım

Kaçarım zaman zaman insanlardan

Kaçarım başka dünyalara

Koparırım bu dünya ile olan bağlarımı

Kısa bir süre de olsa dolaşırım boşlukta

Ama neticede insanım ne de olsa

İhtiyacım var zaman zaman

Aranıp sorulmaya “Nasılsın” denmeye

Ve özellikle duymaya

“Seni Seviyorum” cümleciğini

İhtiyacım var... anlayın beni...

Ben severim vapur yolculuklarını

Denizin nemli havasını, hoş kokusunu

Martıların çığlık çığlığa uçuşunu

Bir cam kenarı kapmak için insanları koşuşunu

Ben severim;

Yaz akşamları Çamlıca’da

Gün batımına bakıp

Sonsuzluğu izlemeyi

Sonra koşmayı

Gündoğumuna doğru

Yeni gelen günü karşılamak için

Severim elimde olmayarak.

Yaz yağmuru altında dolaşıp

Karıncaların böceklerin

Yağmurdan kaçışlarını seyretmeyi

Islak toprağı doyasıya koklamayı

Uzanıp çimenlere sırtüstü yatmayı

Yüzümü gökyüzüne dönerek

Gözlerimi yummayı sıkıca

Hissetmek için yağmuru, toprağı, güneşi....

Severim ben

Hem de çok....

Mayıs 1987

ANTROPOLOJİK BİR KATEGORİ OLARAK ÖZGÜRLÜK

ANTROPOLOJİK BİR KATEGORİ OLARAK ÖZGÜRLÜK
“Özgürlük” sözcüğü bende farklı çağrışımlar uyandırır. Bu sözcük sözkonusu olduğunda ilkin aklıma sözcüğün gramatik yapı içindeki kullanımı gelir; acaba “özgürlük” bir “ad” mı yoksa “edim”i mi belirtiyor. Kendi açımdan bu sorunun yanıtını “edim” olarak beliriyorum.
“Edim”, “eylem” insanın en temel özelliğidir. Canlı- cansız tüm varolanlar bir devinim içindedirler. Bu devinimlerin kuralları ise bize bilimler tarafından sunulmaktadır. Bilimler aracılığı ile biliyoruz ki edimlerin büyük çoğunluğu belirlenmiş, determine edilmiştir. Cansız dünya ile uğraşan bilimler formülleri ve kanunları ile birtakım zorunluluk yasalarını bize veriyorlar. Ancak bu alan tamamen sorunsuz değil; işin içine rastlantısallık girince bir patırtı kopuveriyor.
Kendi görüşüme göre özgürlük bir bilinç işidir. Öyleyse özgürlükte sözetmek için bilinçli bir varlığa gereksimimiz var. Öyleyse özgürlük, insan varolduğu sürece sözkonusu oalcaktır, özgürlük ile insan arasında bir çift gerektirirlik vardır. Bu açıdan, “insansal bir kategori olarak özgürlük” deyimini sadece insanın, insanoluş süreci aşılmış bir aşamanın imi olarak kullanacağım.
“insansal bir kategori oalrak özgürlük” dediğmizde anladığımız şey; insanın insan oluşunun özniteliği olarak özgürlük anlayışıdır. Doğa, insan dışı dünya anlamına gelmez; insan da doğadır, doğaya içkindir. Doğadaki varlıklar arasındaki kategorileşmede apayrı ve özel bir yeri olması onu farklılaştırır. Ya da bir başka ifade ile onun öznitelikleri onu farklılaştırmış ve kategorik olarak özel bir yere getirmiştir.
Burada ele aldığım özgürlük, insanın değerler oluşturan bir varlık olması ile ilintili olacaktır.
İnsan, doğada, değerler oluşturan tek varlıktır. Hayvanlar için de birtakım değerlerin bulunduğu söylenebilir, ancak onlar bu değerleri oluşturmamışlardır; onlarda değerler daha çok içgüdüseldirler. Oysa insan değerlerini kendisi oluşturur. Bütün yapıp etmeleri, onun, değerler oluşturmasını öngörür. İçgüdüsel hareket etmediği için edimlerine bir sıra , bir düzen vermek zorundadır; bunu da ancak oluşturduğu değerler aracılığı ile yapar.
Değerler oluşturmak açısından insanın özgürlüğünü ele aldığımızda, onun, bir açıdan özgür, diğer bir açıdan bağımlı olduğunu söylemek gerekeceğini sanıyorum.
İnsan, yalıtılmış bir “tek-varlık” değildir; bir toplum içinde yaşar. Toplumun özniteliği, ortak bir değerler sistemidir. Toplum içinde dünyaya gelen insan da toplumun değerlerini benimser. Bu açıdan onun özgür olduğunu söylemek güçtür. Ancak bir başka açıdan akıl sahibi bir varlık olarak insan, aklını eleştirel kullandığında özgürlüğe yaklaşır. Toplumun değerler sistemi içerisinde kendi bireysel değerlerini oluşturabilir, oluşturduğu bu değerlerin sistemli olması kaygısının da bulunmaması tercih edilir bir durumdur. Çünkü değerlerini bir sistem doğrultusunda oluşturmak, sistem dışı kalanları dışlamak, sistem dışına çıkamamak anlamına gelir ki bu da özgürlükten verilmiş büyük bir ödündür.
“Aklını eleştirel kullanmak”, bireyselleşmek demektir. Bir bilinç sahibi olan, bireyselliğinin farkında olan insan aklını kullanacak ve ya tek tek değerleri ya da toptan değerler sistemini eleştirecektir. Bu eleştiri de, yıkıp bırakmak amlamında bir elştiri olamaz. Çünkü insanın yaşamını sürdürebilmesi için bir takım değerlere sahip olması gerekir; böyle olmadığı takdirde insanın yaşaması tehlikeye düşer. Bu açıdan insan, yıktığı, kendisine yabancı olan, uslamlamasına sığmayan değerlerin yerine yenilerini koymak zorundadır. O, bu yeni değerleri özgürce koyar. Değerler oluşturmadaki özgürlüğü bu anlamda ele alıyorum.
İkinci aşamada insan, değerleri ile yaşam edimlerini oluşturur. Öngördüğü değerleri çerçevesinde amaçlarını saptayarak, bu amaçlar çerçevesinde araçlarını belirleyecektir. İşte insan, değerlerin determinasyonu ile belirlediği amaçları ve amaçlarının determinasyonu ile belirlediği araçları (edimler) açısından özgürdür. (Amaçların determinasyonu dedim; ancak bu, bir üst aşamada yine değerlerin determinasyonudur.) Burada bir soru sorulabilir: Burada “özgürlük” dediğimiz yerlerde aslında bir “zorunluluk” yok mu? Eğer araçları (edimleri) amaçlar, amaçları da değerler belirliyorsa kesin bir determinizm yok mu? Bence yok; çünkü birey, değerlerini özgürce saptar, temelinde özgürlük olan bu değerleri ile amaçlarını saptar (dikkat edilmelidir ki değerler ile amaçlar arasında neredeyse bir özdeşlik vardır, amaçlar, değerlerin daha bir somuta indirgenmişidir.) bunlara giden yol olan araçları daha sonra belirler. Hepsinde, ilk baştan gelen bir özgürlük var.
Böylece özgürlük sorunu, bir bireyselleşme sorunu olarak ele alınmalıdır. Buna göre özgürlük dereceleri bir toplumdaki bütün insanlar için eşit düzeyde olmayacaktır. Onlar, kendi bireyselliklerini elde edebildikleri ölçüde özgür olacaklardır.
Benim olumlu anlamda aldığım özgürlük böyle belirlenebilir. Ancak bir de olumsuz anlamda özgürlük vardır ki bu da insanın kendisini cansız doğadaki nedensellikten ve hayvansal içgüdüden kurtarması, özgürleşmesi anlamındadır. Bu anlamdaki özgürlük, gerçekte, cansız doğadaki zorunlu nedenselliğin bir gereğidir. Bu nedensellik belki kör bir nedenselliktir ama ileri işleyen bir süreç olduğu da kabul edilmelidir. Bu süreç içinde bir nokta da olumsuz anlamda ele aldığım özgürlük, kaçınılmaz bir aşamadır.
Anropolojik açıdan özgürlük dendiğinde bu iki anlamdaki özgürlük ele alınır.
İzzet Metcan
7 Kasım 1990

17 Nisan 2008 Perşembe

Varoluş

Sonsuz yalnızlığın ortasında

Ne bir pencere

Ne bir nefes

Uzaklardan gelen insan sesleri

- Yakınlardalar oysa

Görüyorum, duyuyorum, dokunuyorum.

Ama hepsi “başkası” benim için

Hepsi yabancılar özüme;

Gördüğümü görmez,

Duyduğumu duymaz,

Hissettiğimi hissetmezler.

Ne acısını bilirler varoluşun

Ne de hazzını.

Ben mi farklıyım,

Yoksa sadece bir tek kişi daha var mı?

Benimle paralel hisseden

Ne sormak gerek bunu

Ne sorgulamak

Herkesin kendine göre bir yaşamı

Kendine göre bir amacı

Kendine göre maceraları ve hedefleri var.

Ama hep ıskalanıyor nedense

Her şeyin altında yatan “varoluş”ları

Günü kurtarmanın, günü yaşamanın endişesi

Bizleri kendimize, kendi varoluşumuza yabancı kılıyor

Oysa neyiz ki birer varlıktan başka;

Topraktaki böcek gibi,

Göklere uzanan ulu ağaç gibi,

Onbinlerce yıla direnen yüce dağlar gibi

Varız bu evrende; bir ol isteğiyle.

16 Nisan 2008 19:10

Damla

Bilmiyorum bu düşüşün nedeni nasılını

Düştüm bir yağmur damlası gibi

Göklerden yere.

Ödül müydü bu, ceza mı?

Yoksa sadece bir rol müydü bana biçilen

Düştüm bir yağmur damlası gibi göklerden

Ne zamanını bildim, ne mekanını

Kimse sormadı, olur musun demedi,

Bir kuvveydim, fiil oldum

Düştüm bir yağmur damlası gibi

Bazen uzaklara sürüklendim

Bazen öfkelendim buhar oldum

Donakaldım bazen

Bazen de can verdim

Düştüm; bir yağmur damlası

Döne dolaşa gittim geldim

Kiminde toprağa bereket oldum

Kiminde bir başkasına yoldaş

Kiminde bir seven, kiminde sevilen

Mekanın içinde zamansız bir yağmurdum

Çoğaldım, durmadım

Yıkıldım, yılmadım

Üzüldüm, yok olmadım

Hep vardım, hep var olacağım

Ya bir yağmur damlası olarak

Ya da okyanus.

16 Nisan 2008 18:58

15 Nisan 2008 Salı

TÜKENİK


Bazen tüketir insanı ilişkiler,
Bazen bıkarsın insan yüzü görmekten,
Bazen duymak bile istemezsin çalan telefonu, açmazsın duysan da.
Belki bir yorgunluktur bu, yaşamaktan,
Yaşamla mücadele etmekten kaynaklanan...
Umudun olmalı yarın için,
Umudun olmalı sadece uyuyup uyanacağın an için,
Umudun olmalı yine ve yeniden yazabilmek için.
Yoksa uyu şimdi ve uyanma bir daha.
14 Nisan 2008