Burada bulacaklarınız 1987 yılından bugüne yazdıklarımdan derlendi... Daha belki yüzlercesi de buraya girmek üzere sırada. Umarım az bile olsa kendinizden bir parça birşeyler bulabilir ve kendi yaşamlarınızı da sorgulayabilirsiniz. Amacım, yaşamları sorgulamak, ama değerleri yıkıp bırakmak değil. Onları yeniden kurabilecek, yeniden yorumlayabilecek yetkinliğe, huzura, isteğe, güce ve akla sahip olabilecek olgunluğa gelmek. Herkesin yaşamının bir amacı olmalı; herkes bunu kendi bulmalı.
8 Ocak 2008 Salı
Çocukluk
Sevimlidirler, yaramzdırlar
Ama daha çok da densizdirler.
Belki de bunladandır herkese genellikle kolayca yaklaşmaları, iletişim kurabilmeleri.
6 Ocak 2008 Pazar
Varken Yok Olmak
Öylesine geldim,
Geçiyordum sadece
Ne amacım belli,
Ne yönüm
Ne kendimi biliyorum.
Geçerken buralardan
Arıyorum aslında kendimi
Bulursam bir gün
Yerleşeceğim buralara
Bulamazsam eğer
Birgün mutlak tekrar geleceğim
Ne şimdi anladınız beni
Ne tekrar geldiğimde anlayacaksınız
Gönül işidir anlamak, akılla olmaz sade
Hissedin arayışı, ahengi, dinginliği
Bulursunuz belki o zaman kendi benliğinizi
...
Gittim geldim bile ben,
Kimse farketmeden.
Gitmek ya da gelmek
Devinmek ya da durmak
Zamanın içinde olmak, ya da mekanın
Birini seçmek zorunda değilsiniz
Hepsi birden olmayı denediniz mi hiç
Varken yok olmayı
Buradayken orada da olmayı
Devingenken durağan olmayı.
Herşey sizde saklı
Birşey olmak değil, olmak isteyin sadece
Olursunuz o zaman.
06 Ocak 2008 00:55
Tanrıyla Diyalog
Varlığına sevinemem
Ben yokluktan gelmişim
Sense yokluğun sahibi
Dilim dönmez demeye
Ruhum gelmez huzura
Aklım yetmez tarife
Varsan varsın, ki bana ne
Korkmam kimseden- senden dahi
Yücelerin yücesiysen anlarsın beni
Ne korku bu, ne de sevgi
Ben bir su damlası, sen bir okyanus
Dönüp geleceğim sensin
Özüm sensin, ben senim, sen bensin
6 Ocak 2008 00:48
4 Ocak 2008 Cuma
PLATON VE ARİSTOTELES’TE KADIN
PLATON VE ARİSTOTELES’TE KADIN
Platon ve Aristoteles’te “kadın” sorununa girmeden önce Antik Yunan’da demokrasi ve bu demokraside kadının yerine bakmak gerek. Ancak bu sayede Platon ya da Aristoteles’in ne ölçüde çağlarını yansıttıklarını ne ölçüde bu genel görüşü aştıklarını, ilerici ya da gerici olduklarını anlayabileceğimizi sanıyorum.
Demokrasinin temelleri Yunanistan’da Atina’da atılmıştır. Bu sistem Yunanlılar arasında gelişmiş, 6. ve 4. yüzyıllar arasında Atina sitesinde en olgun düzeyine çıkmıştır. Ancak Atina’da da sürekli bir demokrasiden söz etmek de mümkün değil. Zaman zaman büyük kargaşalar yaşanmış, Aristokrasi ve Tiranlık dönemleri de Atina tarihine geçmiştir. Ancak yine de Solon zamanından Demostenes’e kadar demokrasiyi yaratanlar ve yaşatanlar Atinalılar olmuştur.
“Atina Demokrasisi” en parlak dönemini Perikles zamanında yaşadı. Bu dönemde devlet, bir tür sosyal yardım kurumu haline geldi. Perikles şöyle diyor:”Bizim, komşularımızın yasalarına benzemeye çalışmayan bir siyasal sistemimiz var… Sistemimize, azınlık değil çoğunluk tarafından yürütüldüğü için, demokrasi deniyor. Özel anlaşmazlıklarımız olduğunda yasalar herkes için eşitliği sağlar. Fakat kamu alanında da bir bireye verdiğimiz değer, statüsünden değil, becerisinden kaynaklanır. Yoksul bir kimse de, devlete verebileceği bir hizmet varsa, itibarı yoktur diye hizmetten alıkonamaz.” Perikles, çıkardığı bir kanunla ‘Atinalı Yurttaş’ olarak, ancak tam yurttaşlık haklarına sahip ana ve babadan doğanları kabul ederek, yukarıdaki açıklamalarına bir sınır çizmiş oldu. Tam yurttaşlık haklarının ve siyasetin ancak erkeklerin tekelinde bulunduğu göz önünde tutulduğunda ise Perikles’in demokrasisinin alanı daralır.
Kısa bir sure sonra Perikles bazı askeri yenilgiler nedeni ile yargılanarak para cezasına çarptırıldı. Ve bundan sonra Atina Demokrasisinin çöküşü başladı.
Alkibiades Atina Demokrasisini “herkesin teslim ettiği bir delilik” olarak niteliyordu. Xenefon da “Atina Anayasasında demokrasiyi eleştiriyordu. Demokrasiyi, cahilliği ve disiplinsizliği yücelttiği için kınıyordu. O’na göre: köleler ve yabancı göçmenler bile itaatsizdirler ve yerlerinde durmazlar. Fakirler, çoğunlukta olmalarının verdiği gücü, aşırı vergilerle mülklerini kamusallaştırma yoluyla, zenginleri soymak için kullanırlar.
Atina’da demokrasinin Perikles'in yurttaş olarak tanımladığı kişilere has olmasına karşın Atina’da çoğunluk bu niteliğe sahip değildi. M.Ö. 400 civarında bir milyon kişi olan Atina nüfusunun yarıdan çoğu kadınlar, çocuklar, köleler ve yabancı işçilerdi. Atina, çoğulcu bir ticaret toplumuydu ve bu nedenle köleler ile yabancı işçilere ihtiyaç duyuyordu. Oysa bunlar “Atina Demokrasisi” çerçevesinin sınırları dışında kalıyorlardı.
Kimi kaynaklardan Atina’lı erkeğin, evine bağlı olmayan, dışa dönük ve aile ile ilişkisinin gevşek olduğunu öğreniyoruz. Çünkü kadın ile erkek arasında çok büyük bir mesafe vardı. Kadının, evin dışında örtündüğü, ancak üst düzeydeki ailelerdeki kadınların ve kölelerin yüzlerinin de açık olduğu da söyleniyor. Kadının zihin seviyesinin erkeğinkine erişemeyeceği görüşü vardı. (Bunun felsefi temellerini Aritotales’te göreceğiz) kadının site içinde önemsiz bir yeri vardı; evde, evin birinci katında kendisine ayrılmış bir odada yaşardı. Aile içinde değeri vardı ve saygı görürdü. Ancak dört duvar arasında kaldığı için kamu yaşamına katılamazdı. Ancak istisna olarak bazı yoksul kadınların toplumsal yaşama katıldığı, bir şeyler satarak geçinmeye çalıştıkları görülürdü. Kadının kiminle evleneceğine babası ya da vasisi karar verirdi. Koca karısını tek taraflı olarak boş düşürebilirdi. Yasal olarak, kadının isteği üzerine boşanması öngörülmüştü ama bu çok enderdi. Miras da tümüyle erkek çocuklarına kalırdı.
Ev yaşamının dışına çıkamayan kadınlar, Yunanlıların çok düşkün olduğu şölenlere de alınmazdı. Ev yaşamında çocuk yetiştirmekten köleleri yönetmeye kadar yükümlülükleri vardı. Tek eğlenceleri kadın toplantılarıydı.
Isparta’da durum çok daha farklı idi; kadın hemen hemen erkek ile eşitti. Kız çocuklar da erkek çocuklar gibi eğitim görürlerdi ki bu uygulama sonradan Atina'ya da girdi. Isparta’da mülkiyet hakkı olmadığından mirasçılar da olmuyordu.
Platon’a göre birey olarak insan söz konusu değildir. İnsan ancak toplum içinde varlığını sürdürebilir. Mutluk da Platon’da toplumsal bir amaç kazanır. İnsanlar mutlu olmak için yaşarlar ve mutluluğa ancak bir kurum içerisinde erişebilirler. Bundan dolayı Platon toplumsallaşma sorununu ele alacaktır. Ona göre bir devletin gerçekleşebilmesi için düzen ve adalet zorunludur. Bu andan itibaren yasa koyuculuk görevini üstlenir.
Platon’un devletinde üç sınıf vardır; bunları toplumun ihtiyaçları ve insanların yetenekleri açısından bölümlemiştir. Bu sınıfların en alt olanları çiftçiler ve zanaatçılar sınıfıdır. Bunların hiç bir siyasal hakkı olmamakla birlikte yasalara ve törelere uymak zorundadırlar. İkinci sınıf savaşçılar sınıfıdır. Bunlar devleti korur. Bunların da siyasal hakları yoktur. Üçüncü sınıf önderler sınıfıdır. Bunlar devleti yönetmekle yükümlüdürler.
Platon bu sınıfları iyice birbirinden ayırıp ve bir sınıftan diğer sınıfa geçişi düzen bozucu olarak niteler. Toplumun mutlak yöneticileri önderlerdir. Önderler, adaleti sağlayacaklardır.
Devlette düzenleyici güç ise eğitimdir. Eğitimi düzenleme işi filozoflarındır. Isparta’daki eğitim anlayışı buraya yansır. Çocuklar ailelerinden alınarak kızlı erkekli aynı eğitimden geçirilirler.
Devlet’in beşinci kitabında ideal devlette kadının yerini sorgularlar. Ancak bir çekincesi de var sözlerine başlarken, kendisinin, olmayacak şeyler tasarladığı düşünülecek diye korktuğunu söyler. Çünkü getireceği düşünceler çağının toplumuna göre hayli farklıdır. Platon’un burada ana düşüncesi devlet bekçiliği açısından kadının yeridir.
Ona göre kadın ile erkek yaradılıştan ayrıdır. Ancak bu ayrılık bir cinsiyet ayrılığından öte değildir. Platon bu ayrılığı önemsemeyecek ve devlet bekçilerinin, eşleriyle birlikte aynı işleri görmeleri gerektiğini ileri sürecektir.
Platon “… Devletin yönetiminde kadının kadın olduğu için, erkeğin de erkek olduğu için daha iyi yapacağı iş yoktur. “diyor. “Yaradılıştan her iki cinste de aynı güçler vardır. Kadın da erkek gibi bütün işleri görebilir. Bütün bu saptamaları yapan Platon, yine de kadının hiçbir işte erkek kadar olamayacağını her fırsatta vurgular.
Şimdi, Platon, cinsiyet farkının önemli olmadığını söylüyor. Çünkü yetiler açısından bakıldığında erkek ile kadın arasında bir fark bulunmamakta. Durum böyle olunca bu iki cins aynı işi yapabilir; tabii bunun da koşulu var. Ancak demek ki kadının yaradılışı erkeğin ki gibi devlet bekçiliğine elverişlidir.
“Yalnız bu yaradılış kadında zayıf erkekte kuvvetlidir” –456b.
Böylece Platon, devlet bekçiliği yapabilecek erkeklerin yanına aynı değere sahip kadınları koyuyor.
“Devlet bekçiliğini birlikte yapacaklar, çünkü bu iş ikisinin de gelir elinden; yaradılışları arasında yakınlık vardır”.-456 b.
Platon, eğitimin önemini kavramış bir düşünürdür. Devlet’te eğitime önem verir. Kadın ile erkek arasında yaradılıştan bir fark gözetmezken, ikisinin de aynı işi yapabilmelerinin koşulu olarak ikisinin de aynı eğitimi almaları gerektiğini ileri sürer. Buna göre aynı işi yapacak olan kişilere aynı eğitim verilmelidir. Böylece Platon kadınlara da müzik ve jimnastik derslerinin verilmesini ve savaşçı olmalarının sağlanmasını öngörür. Platon’a göre bu düşünce doğaya uygundur; asıl, doğaya uygun olmayan düzen, yürürlükte olan düşüncedir. Gerçekten Atina’da ki kadın ile Devlet’teki kadın temelden farklıdır.
Bir devlete ne kadar çok değerli birey olursa devletin de o kadar iyi olacağını savunan Platon, bu değerli kadın ve erkeklerin de eşit eğitimle elde edilebileceğini savunuyor.
Ancak platon yine de aynı yaratılışa sahip olan, aynı eğitimi gören ve devlet bekçiliğinde erkeklerle işi paylaşan kadınlara
“cinslerin zayıflığı göz önünde tutularak, onlara erkeklerden daha kolay işler verilecektir”-457b
demekten de kendini alamıyor. Yetisel bir eşitliği ön gördüğüne göre, buradaki zayıflık fiziksel olsa gerektir.
Platon, çağının toplumuna göre çok aykırı görünen bu düzenin gerçekleşebilir, yararlı ve en iyi düzen olduğunu savunur.
Bundan sonra, topluma ters düşecek yeni düşünceler ileri sürer. Buna göre bekçiler arasında aile kurumu olmayacak; kadınlar ve çocuklar ortak olacak. Platon bunun da en yararlı ve iyi düşünce olduğuna inanır, ancak gerçekleşebilirliğinin az olduğunu da belirtir.
Eğitim, çocuk ve bekçilikle ilgili her şeyde olduğu gibi savaşta da kadın ile erkek eşit olacaktır. “Barışta olsun, savaşta olsun kadınlar da devleti koruyacaklar, dişi köpekler gibi onlar da erkekleri ile birlikte ava gidecekler ve her şeyi elden geldiği kadar artıksız bölüşecekler.”
Böylece, genel olarak baktığımızda Platonun kadın üzerine olan düşünceleri ve kurduğu yeni düzendeki kadının konumu çağının Atina'sına oranla oldukça farklı. Ancak Devlet’teki sınırlı inceleme ile onun kadın üzerine olan düşüncelerini yeterince açık olarak öğrenemiyoruz. Çünkü burada kadını devlet bekçiliği açısından inceleyip belli bir konuma yerleştiriyor.
Çiftçiler ve zanaatçılar sınıfında kadının yeri belirgin değil. Ancak onun, kadın ile erkek arasında yaradılıştan yetisel bir ayrılık olmadığını söylemesine dayanarak bu sınıfta da kadın ile erkeğin eşit olacağını söyleyebiliriz. Ancak acaba işlerin paylaşımı nasıl olacak? Devlet bekçiliği açısından bakıldığında aynı eğitimi alanların aynı işleri yapabileceğini, kadının ya da erkeğin yaratılıştan daha iyi yaptıkları bir işin olmadığını söylüyordu. Aynı eşit eğitimin bu alt sınıf için de geçerli olduğunu düşünebiliriz. Ancak burada İşbölümünü belirleyen, ağırlıklı olarak, toplumsal yaşamdan kaynaklanan ihtiyaçların giderilmesinde tutulan yolların görenekselleşmiş biçimleri olacaktır. Örneğin, yaratılıştan olmasa da, kadın göreneksel olarak yemek yapma ya da diğer kadın işi olarak gelenekleştirdiğimiz bir takım işleri erkekten daha iyi yapacaktır, Öyleyse kadın bu işleri yapmalıdır. Ancak başka işlere yatkın olanlar da engellenmeyecektir.
Platon’un yaratılıştan yetenek olarak kadın erkek eşitliği düşücesi toplumuna aykırıdır. Çünkü Atina’da kadın ile erkek yaratılıştan eşit değildir; zihinsel açıdan kadın çok gerilerdedir. Dolayısı ile farklı zihinsel Yetiye sahip olan bireyler farklı eğitim alırlardı. Oysa Platon eşit eğitimde eşit değerdeki kadın ve erkelerden söz ediyor.
Atina’da kadın ev-içi yaşamı ile sınırlı idi. Platon ise onu kamusal alana açıyor; kadını artık kamu işlerini yerine getirebilecek yeterlilikle bir bireydir. Devletin iç ve dış güvenliğinden sorumludur. Böylece pasif Atina kadının yerine aktif olan bir kadın vardır Platon’da.
Aristoteles’in bir öncülü var: “öteki eşi olmadan etkinlikleri olmayan şeyler çift çift birleştirilmelidir.” Bu öncül, yöneten ile yönetileni birbiri için zorunlu kılar. Bu zorunluluğun, bir araya gelmenin amacı da ortak güvenliklerinin sağlanmasıdır.
“Çünkü gereken şeyleri zekâsıyla önceden görebilen biri, doğaca yönetendir.“
Böylece zihin - beden ayrımını yaparak ikincisini aşağılar; bu ayrım, insanlara doğadan gelir. Öyleyse yöneten yönetilen ayrımı doğaldır. Bu ayrımlardan ilki erkeği, diğeri kadını kuşatır. Erkeğin zekâsı kadından daha üstündür, bu doğadan gelir, karşı konulamaz; dolayısı ile erkek, kadını yönetme hakkına sahiptir. Ancak Aristoteles’te kadın ile köle eşit değildir.
“Doğa, kadın ile köle arasında bir ayrım gözetmiştir. Kadın, ayrı ayrı işlere bakar ve… Başka başka araçlar sağlar… Bir araç, birçok işleri görmesi değil de, yalnız bir tek işi görmesi için yapılmış olunca en iyi işler. “Kadın ile kölenin ayrı ayrı işlevlerinde de durum böyledir”.
Aristoteles, “Yunanlı olmayan” toplumlarda yönetici - yönetilen ayrımı olmadığı için bunların kadınlı erkekli olmalarını doğal görür. Ona göre Yunanlıların bunları yönetmeleri uygundur. Böylece O, ırkların ve kişilerin doğadan üstünlüklerine ve aşağılıklarına inanır.
Yöneten ve yönetilen ayrılığı esas olduğunda toplumun en küçük birimi olan ailenin meydana gelebilmesi için erkeğin yani yönetenin, bir kadın ve bir köle – yani yönetilenler – edinmesi gerekir. Ailenin koşulu budur. Günlük ihtiyaçların aşılma durumuna ve derecesine göre bu topluluk genişler ve köy ile devleti oluşturur. Devlet’in oluşması ile süreç tamamlanmış ve kendi kendine yeten bir birlik oluşturulmuştur.
“Devletin öncesi olan topluluklar nasıl doğalsa devlet te öyle doğaldır.”
Diyor Aristoteles. Bundan şu çıkar: Öncel olan topluluklarda yöneten-yönetilen ayrımı varsa ve bu doğalsa, doğadan geliyorsa, aynı ayrım devlette de olacaktır: Çünkü doğaldır. Bu yolla Aristoteles, bu ayrımı meşrulaştırır. Devlet, öncellerinin ereğidir ve bir erek her zaman en yetkindir.
Aileyi analiz ettiğinde üçlü bölümleme yapar: efendi - köle, koca - karı ve baba - çocuklar, ilki arasındaki ilişki “despotluk”, diğerleri de “kocalık” ve “babalık”tır.
Bu ayrımlar yöneten - yönetilen ayrımına göre saptanmışlardır. Ama daha temelde bu ayrım zihin - beden ayrımına göredir. Yöneten her zaman, her bakımdan en gelişkin en olgun olandır. Zihnini, aklını en iyi şekilde kullanma yetisine sahiptir ve kullanmalıdır. Yönetilenler ise böyle değildir. Kadın zihinden, akıldan, akıl yürütme yetisinden payını almıştır. Ancak bunu kullanmaz, dolayısı ile kocasının yönetimindedir. Çocuklarda ise bu yeti henüz olgunlaşmamıştır dolayısı ile babaları tarafından yönetilmelidirler. Köle ise Aristoteles’te hayvandan pek farklı değildir, sadece bir araçtır ve kullanılması gerekir.
Aristoteles’in politik görüşünde mülkiyet kavramı temel bir kavramdır.
“Mülk… Ailenin bir parçasıdır; çünkü belli bir düzeyde servet olmadan ne yaşamın kendisi olabilir ne de iyi yaşanılabilir… Mülkiyet konusu olan her şey, bir kimsenin yaşamasını olanaklı kılan birer araçtırlar. Mülkiyeti ise, köleleri de içinde olmak üzere, bu gibi araçların bir toplamıdır… Köle, birçok araç değerinde bir araçtır”
Zihin ve beden ayrımını yapan Aristoteles, bedenin zihni yönlendirdiği bütün durumların doğaya aykırı, dolayısı ile kötü olduğunu savunur. Oysa zihnin bedeni yönetmesi, bir başka deyişle gem vurması hem doğal hem de iyidir Aristoteles’e göre bu iki gücün eşitliği her ikisi için de zararlıdır. Bu bağlamda “erkekle dişi arasında bir ilişki olacaktır: Önceki doğadan üstün, beriki aşağı ve uyruktur” “Yaptıkları işler bedenlerini kullanmaktan ibaret olan ve kendilerinden daha iyi bir şey beklenemeyenler, doğadan köledir yönetilendir.
Özgür bir ev halkının yönetimi monarşidir; çünkü her evin bir tek yöneticisi vardır. Bir adamın karısı üstündeki yönetimi devlet adamının yönetimidir; çocukları üstündeki yönetimi ise bir kralın yönetimidir, Kralca bir yönetimdir.
Aristoteles’e göre erkek, koşullar büsbütün doğaya aykırı olmadıkça yönetmeye dişiden daha yeteneklidir. Yaşlılar da gençlerden… Devlet yönetiminde yöneten ile yönetilen yer değiştirebilir. Çünkü yurttaşlar arasında doğadan bir ayrılık yoktur. Zaten belli bir doğaya sahip olanlar yurttaştır. Ancak erkek ile kadın arsındaki üstünlük, aşağılık ilişkisi süreklidir. Çünkü ikisi doğadan farklıdır.
Aristoteles’e göre “Ruhun düşünme yetisi kölede hiç yoktur, kadında vardır ama işlemez, çocukta ise henüz gelişmemiştir” Buna bağlı olarak ahlaksal konularda da durum böyledir. Örneğin erdemden hepsi pay alır ama payları aynı ölçüde değildir; biri yönetenin diğeri yönetilenin erdemidir; nicelik değil nitelik farkı vardır. Örneğin “susma” kadının şanındandır, oysa erkek için böyle değil…
Aristoteles, bütün-parça ilişkisine dayanarak çocukların ve kadınların erdeminin ve eğitilmesinin devletin iyiliğine bir etkisi olacağını savunur. Çünkü ona göre kadınlar ergin özgür bireylerin yarınını meydana getirirler; çocuklar da geleceğin yurttaşları olacaklar ve siyasal yaşama katılacaklardır.
Aristoteles ile Platon’un kadın üzerine olan görüşlerinin kısa bir karşılaştırmasını yaparsak, görürüz ki. Platon’un idealistliğine karşın Aristoteles realisttir: Platon, ahlakta bireyi değil toplumu ele alır, yetkin bireyi değil yetkin toplumu inceler. Bunu yaparken de var olana bakmaz onu incelemez; bir devlet belirler ve ideallerini ortaya koyar. Oysa Aristoteles iyi gözlemciliğinin ve bilim adamlığının verdiği bir yanla konuya realist bakar; var olan toplumları, koşulları ve ilişkileri inceler, onları çözümler ve var olan üzerine bir şey söyler. Bu anlamda o, statükocudur: toplumunun kadına olan bakış açısını iyi gözlemlemiş ve bu bakışı meşrulaştırma çabasına girmiştir. Platon ise toplumun bakışı ne olursa olsun kendisinin iyi bildiği şeyi savunuyor. Nitekim kadın üzerine olan görüşleri toplumuna ters düşmesine rağmen bunları savunmaktan geri kalmıyor.
Hem Aristoteles’te hem de Platon’da önemli bir kavram var: Doğa. Platon, kendi savunduğu görüşün doğaya en uygun olduğunu, toplumda benimsenmiş olan görüşün ise doğaya uygun olmadığını, dolayısıyla kendi görüşünün en iyi olduğunu savunur. Aristoteles de mevcut düzendeki görüş açısının doğaya uygun olduğunu savunur, aksi ise doğaya aykırıdır, kötüdür. Örneğin Platon’a göre erkekle kadının aynı işleri yapması aynı eğitimi görmesi doğaya uygun düşer. Oysa Aristoteles’te kadın ile erkeğin böylesi bir eşitliği doğaya aykırıdır. Yaklaşımar farklı olsa da kavram aynı…
Bu kavramın bunca kullanılmasının sebebi sofistlerin ortaya koydukları “doğadan gelen” –“insanın koymuş olduğu” (Physei-Thesei) ayrımı olsa gerek. Her iki düşünür de, sofistlerin tersine, doğadan gelen, yani kalıcı olan bakışı elde ettiklerini savunurlar. Bu da bize sofistlerin o çağda değer yargılarını ne kadar sarsmış olduklarını gösterir.
1991
2 Ocak 2008 Çarşamba
Deniz Olmaya Çabalamak
Ego'mu geliştiriyorum, büyütüyorum, belki de kabul de ettiriyorum ama onun altında eziliyorum. Ego'm ve ben iki ayrı varlık: savaşıyoruz. O kazanıyor, ben kaybediyorum. Bağırıyor, çığlık atıyorum, sesim çıkmıyor. Üzerime atlıyorum, vuruyorum; hareket edemiyorum. Yok yanımda kimse, yapayalnızım. Bir tek "bilinç" yok tutan elimden, sesim olan, gücüm olan; gücüyle bana güç veren.
Biliyorum ki içinde bulunduğum "oluş", her an tüketiyor beni. Biliyorum ki "oluş" da bana karşı; "olmam"dan çok , uymamı, kabullenmemi ve uyum sağlamamı istiyor.
Oysa ben akıntının içindeki bir dal değil, herşeyin kendisine aktığı deniz olmak istiyorum. Biliyorum ki deniz olmam imkansız. Ama yine biliyorum ki "deniz olmaya çabalamak" benim için mutluluğun ta kendisi...
27 Mart 2001
Dostluk
Sonsuzcasına dostum olmasını da istemem aslında; sadece gerçek dostum olsun, belki bir tane... Gelip bana üzüntümün nedenini sorduğu gibi, sevincimin de nedenini sorsun. Paylaşabilir miyim desin sevincini, beraber çare bulalım desin dertlerine. Gerektiğinde ellerimi tutsun bir dost gibi. anlasın beni, anlatsın bana hiç çekinmeden, bana yabancı olan beni; diğerlerinin yaptığı gibi benim tanıdığım beni değil......
8 Mayıs 1988
İlk Sevgili
Sen gittiğinden beri
Kurumadı hiç gözpınarlarım
Yıllar var ki
Unutmak mümkün mü seni ?
Kim unutmuş ki ilk sevgilisini ?
26 Şubat 1987
Birgün
Birşeyler olacağım
Birgün gelecek
Birşeyler yapacağım
Birgün gelecek
Kalplere yerleşeceğim
Birgün gelecek
öleceğim
Ama asla unutulmayacağım.
15 Ocak 1989
Pınar'a
Bir yaşam bitmede.
Bütün hüznü, bütün mutluluğuyla
Bir insan tükenmede.
Nasıl ki seversin, sevilirsin
İşte böyle
Gün gelir
ölüverirsin.
Bilmesem de, tanımasam da,
Zamanın hiçbir kesitini paylaşmamış olsam da
Bir hüzün var yüreğimde.
Korkunç bir ağrlıkla çökmekte nem gözlerime
Sımsıkı yumup susmak zamanı şimdi
Ölüm sessizliği sarıyor dört bir yeri.
16 Aralık 1991
Nefret
Yüreğimden.
Koptuğu yerde hiçbir boşluk bırakmadan.
Yuvarlandı gitti nesnesine, bitirdi onu,
Yoketti.
6 Eylül 1992
Varoluşsal Aynılık
Varoluşuma yabancılar
Bana özümü verir
Varoluşumu biçimlendirirler
Var mıyım ? Yok muyum?....
Yaşamak,
Bir böcek gibi
Tek fark aramızdaki
O bir böcek
Ben bir insan
Düşünüyor mudur acaba O da,
Yaşamak
Bir insan gibi
Diye
O böcek, ben insan
Farkımız
Yaşam tarzımız
Ortak noktamız
Varoluşumuz.
10 Mart 1992
Öğrendiğim Birşeyler Var.
Ne yaptımsa olmadı
Yaşamın yükü
Çöktü kaldı.
Kaldırdım, başardım, hallettim,
Güçlüyüm sandım,
Yanılmışım...
Ne öğrendim yanılgımdan?
Teslim olmayı ?
Vazgeçmeyi ?
Boyun eğmeyi ?
Bilemiyorum.
Ama öğrendiğim birşeyler var.
Öğrendim ki, hayat bir ilişkiler matriksi
İlintisiz birşey yok onda
Herşey herşeyi etkiler
Her neden bir sonuç
Her sonuç bir neden
Bense tek başına direnen
Tek başına savaş veren
Ama kimsece anlaşılamayan.
27 Mart 2001
Herşey Sende Gizli
Buldukların,
Bulamadıkların,
Hiç aramadıkların,
Farkına varamadıkların,
Herşey sende gizli;
Anladıkların,
Anlayamadıkların,
Anlatamadıkların,
Anlaşılamadıkların.
Herşey sende gizli;
Mutlulukların,
Hüzünlerin,
Coşkun,
Yalnızlığın.
Ve bil ki;
Sırrı sende gizli yaşamının;
Tek başına geldin dünyaya,
Tek başına gideceksin.
27 Mart 2001
Uzakta Kaldı
Bu kadar mı yalan
Bu kadar mı anlaşılmaz
Tek istediğim, tek beklediğim
Sıcak bir dost eli,
Bir parça anlayış,
Bir parça yalnızlık.
Dokunulmazlık istiyorum,
Özgürlük istiyorum,
Kendimi dinlemek istiyorum,
Serseri olmak istiyorum,
Başıboş dolaşmak istiyorum,
Sessizlik istiyorum,
Karanlık istiyorum,
Hüzün istiyorum,
Ağlamak istiyorum.
Eskisi gibi.
Hemen şimdi.
27 Mart 2002
Değişen Kim
Böyle miydi hayaller ?
Böyle miydi,
Böyle miydi şiirler ?
Böyle mi düşlemiştik yaşamı ve aşkı ?
Böyle mi düşlemiştik geleceği, anlaşmayı ?
Ne oldu düşlerimize ?
Ne oldu sevgimize ?
Başka insanlar mıyız biz şimdi ?
Yoksa suç başkasında mı?
Ben miyim değişen yoksa sen mi?
Nedir sebep
Bilemiyorum.
4 Temmuz 1992
Şimdi Değil
Şimdi değil, Zamanı geldiğinde
Güneşin battığı yerde, güzelim
Mutluluk orada,
Sevgi orada,
Barış orada,
Hoşgörü orada,
Dostluk orada,
Güneşin battığı yerde.
Şimdi değil,
Güneş batınca.
10 Ekim 1991