29 Aralık 2010 Çarşamba

Bir Adam Var… (Derleme)*

Bir Adam Var…

Bir adam var tanıdığım,
Her canlı gibi sıradan doğan
Sıradanlıklar içinde yaşamaya başlayan,
Veee hayatın her türlü cilvesini,
Taaa… çocukluğunda görmeye başlayan bir adam.

Çocukken babasından korkardı ,
Belki de civarın serserisi "Köpek Ayhan"dan
Belki sınıfta kalmaktan,
Belki de düşüp bir yerini kırmaktan korkan bir adam.

Gençliğinde boynundaki ipleri görüp, korkmayan,
İpinin ucunun kimde olduğunu merak edip,
Belki bildik birileri’nin , belki de bilmediklerimin diye düşünürken,
İpin ucunun kendi ellerinde olduğunu fark edince de,
İpi bileğine bağlayan bir adam.

Yaşam , bazen istemediklerini dayatırken,
Bazen de istediğini sandıklarının,
Nasıl bir illüzyon olduğunu da öğreten
Soft acılar çekip ,yaşama daha sıkı sarılan bir adam.

Kolaydır onun için yaşamak,
Sen ben kavgası olmadıktan sonra,
Gücü ne kadar az olursa olsa da,
Takatının tükendiğini hissetse de,
Aradığının ne olduğu’nun , farkında olan bir adam.

Kafasına koymuştu bir kere,
O hayat sahnesinin dekoru değil aktörü olacaktı.
Başka hayatlara öykülenmek yerine,
Öykülenecek bir hayata sahip olmayı isteyen bir adam.

Yaşar gibi yapmayacak, yaşayacak
Kafasına yolu değil, gideceği yeri kazıyacaktı.
Küçük insanlardan biri olmayacak,
Büyüteceği, küçük insanlarla yaşayacaktı.
Sığınılacak bir liman olması gerektiğinin farkında olacak bir adam.

Heyecanı yola ilk çıktığı gün gibi olan bir adam,
Onunla yola çıkanlar ,çoktan yoruldular, sıkıldılar, ya da bıktılar.
Onun içinse hazineler çokta gizli değil, kapıları görmek gerekiyor,
Çünkü O, sınırlarını aşmak isteyen bir adam.

Kurduğu hayalleri başıboş güzellik sanmayan,
Cesaretle çıktığı yaşam yolunda, sarılabileceği her şeye sarılan
Yaşamın, yolda olmak , yolda olmanın uzun soluklu bir nefes,
Nefesin ise kalp atışındaki ritimlerde gizli olduğunu bilen bir adam.

Şimdiler de ise;

Yoluna hız kesmeden devam eden
Yaşar gibi yapmayıp yaşayan
Hayat sahnesinin aktörü ve yönetmeni olan
Büyüttüğü insanlarla yaşayan
Sığınılacak bir liman olan bir adam.

* Güzel bir derleme olmuş; derleyene çok teşekkürler.

17 Kasım 2010 Çarşamba

Bu Gece

Uyuyorsan ya şimdi.
Uykusuzsan üstelik
Gökteki yıldızlar kadar.

Beklemek mi seni
Doğacak güne
Çekip almak mı yoksa
Kendi dünyama.

Kelimeler eksiksiz
Cümleler yarım
Bildiğim ve istediğim
Olduğum ve yokolduğum

Tüm güzellikler
Tüm çirkinlikler
Tüm anlamlar
Ve anlamsızlıklar

Üşüştüler başına
Bu gece.

Anlam Terazisi

Kelimeleri aldım gelen
Senden bana
Senden sana
Durmayan aklında
Dönüp dolananları.

Tarttım anlam terazisinde
Ağırdılar
Yalnızlığın kadar.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Sokrates Aranıyor...

Güncel tartışmaları ulus olarak hep birlikte izliyoruz. Yaklaşan bir referandum var ve bu konuda halkın oyunu yönlendirmek üzere bir dolu "bilgi" bombardımanı sürüp gidiyor.
Öyle ki, bu "bilgi" bombardımanında kimin ne söylediği karıştığı gibi bireylerin ve kurumlarının tarihselliği de sorgulanır oldu. Söylenenler ile tarihsel "gerçekler" birbiri ile uyuşmamaya başladığında ise, her kim ne söylerse söylesin, söylenenler temelsiz kalıyor.
Yaşananlar bundan 2.500 yıl öncesine geri götürüyor bizleri; MÖ.6 YY’ da Sofistler ile Sokrates'in mücadelesine...
Bir tarafta, kendi "doğru"larını, anlamaktan, akıl süzgecinden geçirmekten ve doğrulayabilmekten uzak olarak halkı ikna ederek kabul ettirme ("Evet" ya da "Hayır" dedirtme)çabasındaki sofistler ile diğer taraftan ikna etmenin ötesinde, ortada varolan durumu (anayasa maddelerindeki değişiklikleri niteliği ve bundan sonraki süreçteki kalıcı etkileri) bir bilgi olarak ortaya koymaya ve anlaşılır kılmaya, dahası doğru yöntemlerle işlendiğinde herkesin anlayabileceğine, kavrayabileceğine inanan Sokrates var.
İlkinde, belli bir kavrayıştan, temelden yoksun, tam anlaşılmamış, hatta belki de hiç anlaşılmamış olan "bilgi"lerimiz var. Öyle ki, anlatan zaten anlamamızı istemiyor. Tersine, kavramaksızın, kendisinin "doğru" olarak bildiğine bizi ikna etmeye çalışıyor. Amaç, zayıf ve temelsiz bir şekilde kurulmuş olan fikirlere sahip olmamız ve bu doğrultuda isteneni yapmamız. Bu tür bir bilgiye "Doxa" diyoruz. Kelime Yunanca kökenli olup, "ortak inanç" ya da "popüler fikir" anlamlarına geliyor. Dikkatli bakacak ve bilinçli gözlemleyecek olursak etrafımızdaki reklamlardan, müzik ve sinema endüstrisine, spor müsabakalarından açık oturumlara kadar her türlü eylem biçiminde bu tür "popüler fikir"ler bir "ortak inanç" yaratmak üzere bizlere veriliyor.
İkinci tür bilme biçiminde ise, gündemdeki konunun, olayın, nesnenin tam bir bilgisine ulaşma çabası var. Bu ise ancak olan biteni ardında yatanlar ile birlikte kavramak ile olur. Bu tür bilgiye ise "Episteme" diyoruz. Tıpkı "Doxa" gibi "Episteme" de Yunanca bir kelimedir. Bu tür bilgi, bilinmesi gerekenin kendisinin, doğrunun, hakikatin kendisinin amaç olduğu, konun en açık hale getirilmeye çalışıldığı bir bilgi türüdür. Bu tür bilgi ve bilme biçiminde amaç, konunun mümkün olan en açık şekilde en iyi bir biçimde sunulması, katılan ve dinleyenlerin hepsinin konuyu kavramalarının sağlanmasıdır. Doğal olarak da bu bilgi türü, birbirini dinleyen, anlayan, eşit düzeyde olan ve eşit katılım sağlayan bireylerin birlikteliğini gerektirir.
Bugüne dönecek olursak; 12 Eylül tarihindeki halkoylamasında hiçbir liderin amacının halka “Episteme” niteliğinde bir bilgi vermek olmadığı, tam tersine “Doxa” niteliğinde bilgi ile yetindikleri görülüyor. Bunun ardındaki gerçek, belki son derece pragmatist olarak “iktidar” gücüne yöneliktir. Ancak uzun vadede bakıldığında ülkenin bundan kazançlı çıkması mümkün görünmemektedir.
Gerçekleri (Episteme) halka anlatma yolunda yılmadan çalışacak bireylere ve sivil toplum kuruluşlarına gittikçe artan bir şekilde ihtiyacımız var.
Bundan 2.500 yıl önce Sokrates gerçekleri anlatmaya çabaladığı ve Sofistlerin “Doxa”’larına karşı çıktığı için ölüme mahkûm edildi. Bugün, 2.500 yıl sonra değişen tek şey, gerek birey olarak gerek kurum olarak daha fazla sayıda Sokrates’e ihtiyacımız olduğudur…

25 Haziran 2010 Cuma

Büyü(me) Kızım

Şimdi küçüksün,
Hergün büyüyorsun,
Hergün dünden farklı
Yarından da ,
Biliyorum.
Bugün aradıklarını yarın aramayacaksın
Bugün özlediklerini yarın özlemeyeceksin
Bugün sevdiklerini yarın sevmeyeceksin
Hergün özel
Hergün güzel
Ama keşke
Büyümeyip böyle kalsan.

Gelip geçen zamanı nasıl engelleriz ki? Iskaladığımız zamanları; bir çocuğun büyümesini, en güzel yıllarının geçip gitmesini... Hergün güzel de olsa elimdeki güzellik şimdi çok önemli; şimdi bilmek gerekli, yarın benim değil ki...

Bir Nehir Olsam

Bir nehir olsam,
Dağların eteklerinden doğsam.
Kimi zaman durgun
Kimi zaman vahşi
Akıversem yaşamın içinden.
Yıkabilsem bazen bentlerimi
Değiştirebilesem yatağımı.
Bir nehir olsam
Akıp giden,
Zaman içinde,
Kendi kendinde,
Kimsesiz,
Issız,
Denize kavuşan,
Kimse bilmese...

13 Haziran 2010 Pazar

Issız Yaşıyorum

O kapıyı açıp çıktığımda
Kulaklarımda sessizliğin ıslığı
Renk yok, ses yok
İki kolum sarkmış yanımda
Herşey çok hızlı belki de ben yavaşım
Ne boşum ne dolu
Kanım akmıyor, dondum
O kapının ardında
Ben mi bıraktım seni
Yoksa kapının önünde sen mi bıraktın beni
Bilemiyorum,
Aklımda kalmak neden yetmiyor şimdi
Sen benim sabitim oldun
Yokluğunun korkusu ile
Issız yaşıyorum şimdi.

28 Mayıs 2010 Cuma

Tülay'a.

Uzun yıllar önceydi, çeyrek asır kadar... 18 yaşında iki üniversite öğrencisiydik... En güvendiğim, en sığındığım, görüntüsünden ve yaşından çok çok büyük laflar eden, en olgun ve aklı başında arkadaşımdı. Her türlü düşüncelerimizi paylaşırdık; korkularımızı, aşklarımızı, sorunlarımızı... Ürkekti, çekingendi çoğun... ben ondan öğrendim o bana öğretti. Yaşamımdaki yeri çok önemliydi...

Birlikte yazılar yazdık, şiirler yazdık, kitaplar okuduk ve tartıştık; birlikte öğrendik..

Aşağıdaki de birlikte yazdıklarımızdan birisi. Anlam arayışlarımızın bir parçası... "İnsanları daha iyi anlaman dileğiyle" notu iliştirerek doğumgünümde hediye ettiği Özcan Köknel'in "İNSANI ANLAMAK" adlı kitabı hakkındaki tartışmamızdan çıkmıştı aşağıdaki dizeler. Yarısı onun yarısı benim....

Pek çoğunuzun sevgili hocası; benim sevgili arkadaşım; yıllar sonra bulup kısa sürede kaybettiğim....


Bir kelime fısıldasam kulağına,
Belki gülüp geçeceksin
Senin için anlamsız diye
Kıracaksın kalbini kahkahanla.
Ya sonra seni sevdiğimi söylersem sana
Bırakıp, terk mi edeceksin beni?

Birgün sen de seversen birini
Sen de fısıldarsan o kelimeyi
Ve sana da gülünüp geçilirse
Anlarsın o zaman beni
Hatırlarsın o aci maziyi
Ve ancak o an anlarsın
O üç hafrlık kelimeyi
Aşk...

27 Şubat 1987 - Cafe Teras - Beyazıt

7 Mayıs 2010 Cuma

Kolay mı Yaşamak?

Kolay mı yaşamak
Salt nefes almak değil elbet
Kaldırıp başını görebilmek
Gökyüzündeki bulutları
En ummadık anında alınca
Kötü haberi.

Kolay mı yaşamak
Yokken yanında
En sevdiklerin
Çok değil öyle
Bir, belki de ikisi
En sevdiklerinden

Kolay mı yaşamak
Yılların birikmiş acıları ile
Yüzleşmeden daha
Bu anın ayırdına varmak
Ve dönüp bu anın bilgeliği ile
Ahlanıp vahlanmak
Geçmişe
Keşkeler içinde

Kolay mı yaşamak
Bulamayınca senin gibi bakanı
Huzara ve sessizliğe
Bilmeyince varlığını
Aramadığının
Aradığını sanmadığının
Ya da aradığını bilmediğinin

Kolaydır yaşamak oysa;
Basit yaşarsan,
Sen ben kavgası yapmazsan
Yolu değil, gideceğin yeri kazırsan kafana
Ve yorulmazsan yolunda amacının
Ve bilirsen düştüğünde güçten,
Yitirdiğinde moralini
Ya da uykusuz kalıp belki
Koruyamayacağında kendini
Var koruyacak birisi seni
Ya da bilirsen çok güçlü bir sığınak olman gereğini yoldaşına
Gücün ne kadar azsa da
Takatin kalmamışsa da
Hele bir de senden güçlüyse
Sana sığınan
Düşün ki sen kendini
Ne denli güçlü kılmalısın
Alabilmek için sana sığınanı

Kolaydır yaşamak
Bulmuşsan yaşam arkadaşını
Yoksa zor nefes almak bile.

22 Nisan 2010 Perşembe

Sokaklarda yitip gitmekten iyidir, buralarda kaybolup bulunmayı beklemek arayan tarafından.
Şöyle de denebilirdi aslında: "Arayan bilir nerede bulacağını, aradığının ne olduğunu biliyorsa eğer; kendinden başka."

31 Mart 2010 Çarşamba

Yolda Olmak

Yoldayım hala, ilk çıktığım günkü gibi yola. Sadece biraz daha yorgunum, biraz daha bitkin ve sanki biraz daha yalnız. Benimle çıkanlar yola, ya da bana yolda katılanlar, çoktan yoruldular, çoktan sıkıldılar, çoktan varmak istedikleri amaçları somutladılar.
Anlamadı hiçbiri, asıl olanın yolda olmanın güzelliği olduğunu. Yetmedi yolda olmak; amaçsız olmak sandılar onu. Sorumsuzluk sandılar; başıboş bir özgürlük sandılar... Korktular.
Cesaretle çıktıkları yolda korkuları yendi onları; sarılabilecekleri herşeye sarıldılar. Tutunabilecekleri herşeye tutundular. Tüketebilecekleri herşeyi tükettiler...
Yaşam, yolda olmak demektir. Yol uzun soluklu bir nefestir. Nefes, kalbin ritmidir, iki kalp atışı arasındaki "can"ın kendidir.
Yollar çatallanır, yollar uzar, bitmezler. Ölmek için yaşamayacağımız gibi yolun sonunu görmek için de heves etmeyiz...

Gözlerimin En Derinindeki Karanlık

Bu gece
Gece
Kapkaranlık tepedeki ayışığna rağmen
İçim gibi,
Ruhum gibi,
Gözbebeklerimin en derini gibi...

Gecenin tüm karanlığını
Yuttu
Gözlerimin en derini.
Zaman kalmadı,
Mekan kalmadı,
Karanlığın sonu çıkmadı;
Aydınlığa...

Gecenin karanlığı
Son bulacak mutlak,
Günün aydınlığında.
Gün, gecenin kucağına doğacak,
Gece, günün ışığıyla beslenecek.

Gözlerimin en derinindeki karanlık,
Sürüp gidecek;
İyi bakışları
Kötü bakışları
Bakmayışları
Yutarak.

Seni yuttuğu gibi...

23 Mart 2010 Salı

Huzur - Yaşam - Ölüm

Hayat bazen zor
Yollar hep iniş değil;
Yokuşlar zor.

Yalnızlık istediğin olmayabilir;
Aradığında bulamadıklarını yanında.

Yoksunluk, yoksulluk değil.
Bulamadıkların da yoksulluğun değil..
Bulanlar bulduklarıyla zengin değil...
Zenginlik huzur değil.

Ne tek gerçek var
Ne gerçekliğin kendisi bir yanılsama.

Arasan da bulamayabilirsin,
Bulsan da anlamayabilirsin,
Anladığını düşündüğün anda yitirmiş olabilirsin,
Yitirmiş olduğunun farkında olmayabilirsin.

Bilinemezlikler ve belirsizlikler;
Huzursuzluklarımızın kaynakları...
Yaşamın ta kendisi...
Onun bittiği yer;
Huzur.
Ölümün ta kendisi...