Batı felsefesi denince genellikle Yunan’dan başlanıyor. Ama aslında Hint, Mezopotamya, İran (Pers) (Zerdüşt’ün iyi ve kötünün mücadelesi) ve Yunan düşünce sistemleri olmak üzere dört adet ana düşünme geleneği var. Ancak felsefe diyebileceğimiz düşünce sistemi Anadolu’da Antik Yunan döneminde ortaya çıkmıştır. Çünkü Yunan döneminde söylemler dini olguların dışına çıkmıştır.
İlk dönem söylemleri MİTOS ve EPOS, yani sanatlı söz şeklindeyken sonradan LOGOS yani anlamlı, mantıklı, akıl süzgecinden geçen sözle karşılaşırız. İlk döneme örnek Homeros ve Hesiodos verilebilir. İkinci dönemin başlangıcı ise Anaximandros’dur.
Antik Yunan Felsefesinin ilk dönemi daha doğa felsefesi çalışmaları ile bilinir. Bu dönemde ilk madde yani arkhe tartışmaları yapılmıştır. Şimdi kısaca önemli filozofların düşüncelerini özetleyelim:
Thales (MÖ 624 – 547)
Thales’ten günümüze kalan herhangi bir yazılı eser yoktur. Düşünceleri ile ilgili bilgileri diğer filozoflardan ve yorumcularından alıyoruz. Thales o zamanlar bir İon kolonisi olan bugünkü Söke-Milas yolu üzerindeki Balat köyü yakınlarına düşen Miletos kentinde yaşamıştır.
Thales’e göre hiçten hiçbirşey meydana gelmez. Evrenin ana maddesi ya da ilk maddesi SU’dur. Çevremizde gördüğümüz her şey SU’ dan yani sıvı olandan türemiştir. “Herşey sudan türer ve yine suya döner, düz bir tepsi olan dünya sonsuz okyanusta yüzer.”
Anaximandros (MÖ 610 – 547)
Thales’in ardılı bir başka Miletos’lu filizoftur. Anaximandros’un “Doğa Üzerine” adlı kitabı EPOS’tan LOGOS’a geçişin ilk örneği sayılır. Anaximandros felsefeye iki yeni kavram getirmiştir: kosmos ve Apeiron. Kosmos düzen demektir. Evren tıpkı bir elmas gibi işlenmiş bir kozmosdur. Görünenlerin ötesinde değişmeden kalan ve her şeyi oluşturan ise Apeiron’dur. Apeiron soyut bir kavram olmakla birlikte tüm evreni oluşturan sınırsız ve sonsuz bir maddedir.
Anaximenes (MÖ 550-480)
Miletos okulunun üçüncü temsilcisidir ve o da arkhe, ilk madde, üzerine düşünceler ürtetmiştir.
Anaximenes’e göre arkhe HAVA’dır. Nasıl ki hava, yani soluk olan ruhumuz bizim bedenimizi birarada tutuyorsa, kosmosu da böyle bir hava sarar.
Pithagoras (MÖ 580 – 500)
Aslen Samos (Sisam) adası kökenlidir. Sonradan Güney İtalya’nın zengin bir liman kenti olan Crotona’ya göç etmiştir. Klasik Mısır ve Babil kâhinlerinden 34 yıl boyunca eğitim aldığı söylenir. Mısır'da Osiris dinine bağlı aldığı eğitim ve daha sonra Mısır'ın Babil tarafından işgali ile gittiği matematik ülkesi Byblonya'da aldığı eğitimle matematiğin kutsallığına inanan Pisagor düşüncesindeki sayıların önemi de buradan gelir. Eski Mısır'daki kâhinlerin ve Babil rahiplerinin ayinlerini müzikle gerçekleşmesi ve müzik formatının matematiksel işlemlerle doküman edilmesi ile müzik Pisagor felsefesinde önemli bir yer edindi. Notalara paralel olarak sayıların da belirli bir düzene bağlı olduğunu savunan Pisagor 1'i tanrısal olarak yorumlarken 10 sayısının tanrısal olanla hiçliğin mükemmel birliği ifade ettiğini savunmuştur. Pisagor öğretisi evrende her şeyin bir sayı ile (özellikle tam sayı) özleştiğini öne sürer. 5 rengin, 6 soğuğun, 7 sağlığın, 8 aşkın nedenidir. Düzgün geometrik şekiller de Pisagorculukta önemlidir. Pisagor müzik ile de uğraştı. Telin kısalmasıyla, çıkardığı sesin inceldiğini keşfetti. İki telden birinin uzunluğu diğerinin iki katıysa, kısa telin çıkardığı ses uzun telin çıkardığı sesin bir oktav üstünde olduğunu gördü. Eğer tellerin uzunluklarının oranı 3'ün 2'ye oranı gibiyse, iki telin çıkardığı sesler beşli aralıklı idi. Bu nedenle örneğin bağlamada parmağımızı tellerden birinin ortasına bastığımız zaman, teli titreştirirsek çıkacak olan ses, tel boş titreşirken çıkacak sesin bir oktav üstünde olacaktır. Benzer şekilde eğer parmağımız teli uzunluk 2/3 oranında bölen noktadaysa, telin boş durumuna oranla bir beşli aralık yukarda ses çıkacaktır.
Ksanefones (MÖ 570 – 475)Şimdiki Değirmendere olan Kolophon’da doğmuştur. Ksenofanes, tanrıların insan gibi düşünülmesine (antropomorfizm) karşı çıkmış; politeizmi (çok tanrıcılığı) ve orfik kültünün bir öğretisi olan ruh göçünü kabul etmemiştir. Ksenofanes, sonradan Elea okulunun kurucusu olan Parmenides'in hocalığını yapmıştır. 2000 dizelik "Kolophon'un Kurtuluşu" adlı bir şiiri vardır.
Daha çok ahlakçı olarak bilinir. Tanrının insan görünümlü olmadığını, değişmez olduğunu, her zaman her yerde olduğunu savunmuştur.
Herakleitos (MÖ 540-480)
Herakleitos, Miletos’lu üç filozofa komşu olan ve yine bir İon kolonisi olan Efes’lidir. Herakleitos’un felsefeye getirdiği en büyük yenilik, değişimin sürekliliğidir. Herkalitos’a göre aynı nehirde iki kez yıkanılmaz, çünkü hem sular akıp gitmiş hem de biz değişmişizdir. Bu nedenle değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.
Arkhe ise ATEŞ’tir. Farklı yoğunluklardaki ateş suya, havaya ve toprağa dönüşür. Maddenin başlangıcı ve sonu yoktur. Hiçbir şey yokken var olmaz, varken yok olmaz.
Parmenides (MÖ 600? – 500?)İtalya’da, Elea’da kendi okulunu kurmuştur. En önemli özelliği mantığın kurucusu olmasıdır. Temel olarak Herakleitos’a yani harekete karşıdır. Ona göre var olan vardır ve her şey bir olandan ortaya çıkmıştır. Gerçeklik, yani Varlık, mutlak anlamda Bir'dir, kalıcıdır, süreklidir, yaratılmamıştır, yok edilemez; o ezeli ve ebedidir; onda hareket ve değişme yoktur.
Ela’lı Zenon
Ela’lıdır. Aynı mantık geleneği ile hareket kuramı ile sonsuz küçük ve sonsuz büyük kavramlarını eleştirir. Çünkü Parmenides gibi her şeyin durağan olduğunu savunur. Aristotales, diyalektiğin babası olarak Herakleitos'u değil Elealı Zenon'u gösterir. Zenon'un diyalektiği bir tür özdeşlik düşüncesine dayanır. Zenon, diyalektik yöntemi kullanarak hareketin olanaksızlığı gösterir bir dizi paradoksla. Ona göre evrende görülen çokluk ve çeşitlilik yanıltıcıdır, tıpkı hareketin yanıltıcı bir görünüm olması gibi.
(Hareket halindeki ok aslında hareketsizdir ve Aşil, yarışmakta olduğu kaplumbağaya önceden verdiği zaman nedeniyle asla yetişemeyecektir.)
Leukippos (MÖ 500-440)
Yine bir İon kolonisi olan Abdera bölgesindendir. Abdera Trakya’da, İskeçe yakınlarındaki Melos ( Karasu) çayının denize döküldüğü yerde kurulmuş olan bir İon kolonisidir. Aslen Miletos’lu olan Leukippos, Abdera’ya yerleşerek burada kendi sistemini oluşturmuştur.
Felsefeye üç yeni kavram getirmiştir: mutlak boşluk, bu boşlukta devinen atomlar ve Mekanik zorunluluk. Ona göre “ Herşey bir nedene dayanır ve herşeyin zorunlu bir nedeni vardır.”
Demokritos (MÖ 460 -370)
Aslen Teos’lu olup Abdera’da yaşamış ve orada kendi sistemini oluşturmuştur. Atomcu olarak bilinir. Kendiden öncekiler gibi maddecidir. Ona göre de varolan meydana gelmemiştir, yok olmayacaktır, değişmezdir.Evrendeki herşey, artık bölünemeyecek kadar küçük olan atomlardan oluşmaktadır. Atom, kelime anlamı olarak bölünemeyen demektir. Evrendeki herşey, tanrılar ve ruhlar bile Atomlardan oluşur. Bu anlamıyla çokçu bir filozoftur.
Empodekles (MÖ 490 – 430)İonya dışından, Sicilya’ın Akragas kentindendir. Empedokles, kendinden önceki İonya filzoflarının ortaya attığı Ateş, Su ve Hava maddelerine Toprak’ı da katmıştır. Böylece ilk kez dört ana elementten söz etmiştir. Ancak bu kez de yeni bir sorun ortaya çıkmıştır: Dört ana element’i birleştiren ya da ayrıran güç nedir? Ona göre bu sevgi ve nefrettir. Evrendeki bütün devinim bu iki zıt kuvvet arasındaki çekişmeden oluşur.
Anaxagoras (MÖ 500 - 428)İonyalı olan Anaxagoras, şimdiki Urla ilçesinin Kilizman beldesi olan Klozamenai beldesinde doğmuştur. Ama Atina’da yaşamıştır; böylece Atina’da felsefe dünyasına girmiştir. Dinci çevrelerin tepkisi nedeniyle Atina yargılanmış ve kaçmak zorunda kalmıştır. Bugünkü Lapseki bölgesi olan Lampaksos’a yerleşmiş ve orada okulunu kurmuştur. Anaxagoras’a göre hareket ettirici neden sevgi ve nefret değil, Nous’tur. Nous, ruh ve akıldır.
Protogoras
Sokrates öncesi dönemin son filozofudur. Sofist olarak bilinir. Mutlakat hakikat olamaz, olsa bile bilinemez. Ne kadar filozof varsa o kadar görüş vardır. Deyimi ile algının önemini vurgular.
5 YY da Perslerin Batı Anadolu’yu işgali ile başlayan uzun savaşları Atina, diğer kolonilerin de desteği ile kazanıyor. Bunun sonucu olarak da hızlı bir zenginleşme ve yükseliş dönemi başlıyor. Ancak bu dönem Dor’ları temsil eden Spartalı’lar 30 yıllık bir savaş ardından yenildi.
Bu dönemden itibaren insanla ilgili olan sorular çoğalıyor. Ahlak felsefesi, siyaset felsefesi gibi felsefeler ortaya çıkıyor.
Sokrates (MÖ. 470 – 399)
Atina’nın çöküş döneminde generalleri savunduğu ve gençlere dini açıdan kötü örnek olduğu için yargılanıp ölüme mahkum ediliyor.
Sokrates’in kendisinin yazdığı herhangi bir metin yoktur.
Aristippos (MÖ. 435 – 386)
Kirene okulunun kurucusu olarak bilinir. Eserlerinden hiçbiri günümüze ulaşmamış olan filozof, acıdan kaçınan ve akla ya da ölçülülüğe dayalı doğrudan hazzı temele alan bir ahlak öğretisi geliştirmiştir. Kynikler'in 'dünyaya sırtını dönen bilgin'ine karşı Aristippos, 'dünyadan akıllıca tat almayı bilen bilgin' görüşünü temsil eder.
Antistenes (MÖ. 444 – 365)Önce sofist filozof Gorgias'ın ve ardından da Sokrates'in öğrencisi olmuştur. Sokrates'ten sonra okulunu kurmuş ve felsefesinin örnek kişisi olarak Sokrates'i referans almıştır.Köpeksi anlamında olduğu belirtilen Kyon sözünden türetilmiş Kinik okulunun kurucusudur ve bu akımın önemli açılımlarını yapmıştır.
Antisthenes'e göre önemli olan erdemdir ve erdemde bilgelikle elde edilebilen kendine yeterlilik durumudur. İnsan her tür gereksinimden kendini kurtararak, yalnızca kendi kendine dayanarak var olabilmelidir, özgürlük bu anlamda gereksinimlerden kurtulmak, toplumsal bağları aşabilmektir. Antistenes'in felsefi düşünceleri bu anlamda uygarlık değerlerinin eleştirisini ve yadsınmasını içerir.
Yaşamın amacı mutluluktur (endaimonia) ve buna ancak erdemle ulaşılabilir. Erdem ise bilgeliktir, yani kişinin kendine yeterliliği ile. Bu anlamda erdem ruhun özgürlüğüdür ya da ruhsal özgürlüktür. Sağlık, güzellik, şan, ün, şeref, namus, vb. şeyler şüpheyle karşılanması gereken, kuruntu ve yapmacık şeylerdir; kinik düşüncede olsa olsa bunların karşıtlarım bir değer ifade eder. İhtiyaçsızlık, adsızlık, mülksüzlük, bilinen toplumsal ahlaki kodlardan yoksunluk, gerçek anlamda insanın kendine yeterliliği ve özgürlüğünü sağlar. Bu değer eleştirisinde Antisthenes hazcı bir eğilime sahip değildir, aksine hazcılığa sert bir tepki gösterir. Haz, insanın köleleşmesinin sebebidir çünkü. Mutluluk amacı için, erdemin kendi başına fazlasıyla yeterli olduğunu ve başka hiçbir şeye gerek bulunmadığını savunan Antisthenes'e göre, erdem arzunun yokluğu, isteklerden bağımsızlıktır. Doğrudan doğruya yaşamın korunmasına ve sürdürülmesine yaramayan her şeyi kinik filozoflar redderler, daha dogrusu bunlara karşı aldırışsızlık gösterirler. Bu tutum onları uygarlık karşıtlığına götürmüştür. Bilinen ahlaka, toplumsal değerlere, dine, aileye ve devlete karşı kayıtsız kalırlar ya da bunları yadsırlar. Antisthenes, devletin kensisiyle hiç ilişkisi olsun istemez.
Bu okulun bir diğer kurucusu da Sinop’lu Diogenes’tir.
Platon (MÖ. 427 – 347)çok önemli bir Antik Yunan filozofu. Hayatını geçirdiği Atina’daki ünlü akademiyi kurdu. Asıl adı Aristokles'di. Geniş omuzları ve atletik yapısı yüzünden, Yunanca "Platon" (geniş göğüslü) lakabı ile anıldı ve tanındı.Sofistler ile büyük mücadelesi vardır. İdea kuramını oluşturmuştur. Örneğin bir daire çizebilirsiniz, sonra bu daireyi sildiğinizde daire fikri yok olmaz. Duygularımız ile algıladığımız her şey gerçekliğin yansımalarıdır. Mükemmel olan tektir, ideadır.
Aristoteles (MÖ. 384 – 322)
Makedonyalıdır. Onunla birlikte artık doğa felsefesi dönemi başlar. Aristoteles iyi bir gözlemci ve sınıflamacıdır. Aynı zamanda bir felsefe tarihçisidir. Duyularla algıladığımız nesnelerin özelliklerine güvenir.
17 yaşında Platon'un Atina'daki akademisine (Akademeia) girmesiyle Platon'un en parlak çömezlerinden biri olur.
Akademeia'ya rakip olarak Lykeion'u, ya da diğer adıyla Peripatos 'u (öğrencileriyle içinde dolaşarak tartıştıkları bir tür çevresi sütunlarla çevrili avlu ya da galeri) kurar.
ORTAÇAĞ FELSEFESİİlkçağ felsefesinin bitişinden Rönesans dönemine kadar MS 200 – 1500 yılları arasındaki dönemdir.
Geleneksel olarak Batı’da Latince ifade edilen Hristiyan felsefesi, Doğuda Arapça olarak ifade edilen İslam felsefesi, Yahudi dünyasında İbranice ifade edilen Yahudi felsefesi ve Grekçe ifade edilen Yunan felsefesi vardır.
Dönemin özellikleri kendine özgüdür. Aslında yaygın olarak ifade edildiği gibi karanlık bir dönem değildir. İlk görüşe göre erdem gerçekten erdem olduğu için değil tanrı buyruğu olduğu için erdemdir denmiş ve kapıları özgürlüklere kapatmıştır.
Diğer görüşe göre ise batı düşünce sisteminin temeli olduğu için inkar edilmez.
Bu dönemde egemen olan Hristiyan dinidir. Hristiyan dini kendini açıklama anlatma çabası için çeşitli felsefeleri kullanır bu dönemde. Bazıları bu döneme Hristiyanlaştırılmış Antik Çağ felsefesi de der.
İki ana döneme ayrılır: Patristik felsefe ve Skolastik Felsefe dönemi. Birinci dönem Platoncu Hristiyan tanrıbilim evresi, ikincisine ise Aristotelesçi Hristiyan tanrıbilim evresi denebilir.
PATRİSTİK FELSEFE
Patristik Felsefe Yeni Platonculuktan yararlanarak Hıristiyanlık öğretisini temellendirme ve yapılan saldırılara karşı koyma yaklaşımıydı.
İlkçağ Felsefesi ile ortaçağ arasında bir nevi köprü oluşturan bir düşünceydi.
Bu düşünceler daha sonraki dönem Hıristiyan Düşünürlere kaynaklık etti.
Patristik Felsefenin en önemli iki temsilcisi; İskenderiyeli Klement ve Origen idi.
Daha sonra St. Augustinus etkili oldu. O, ortaçağ batı felsefesinin temellerini attı.
Klemens (MS 150- 210)İskenderiyelidir. Yunan felsefe geleneğini Hristiyan düşünesi ile birleştirmeye çalışmıştır. Bir tür Hristiyan Platonizmini geliştirmiştir.
Tertulian (MS 160 – 222)İlk dönem Hıristiyan yazar ve düşünürlerinden olan Tertullian (160-220)’a göre, akıl ve imanın ortak bir yönü yoktur. İnanılan şeyler, aslında “imkansız” olan şeylerdir. İmanda paradoks eksik olmaz; paradoks bulunmazsa, orada zaten iman da bulunmaz. Bu yüzden, aklın ortaya koyacağı hiçbir iddiayı mümin dikkate almaz ve önemse¬mez. Tertullian’ın “saçma olduğu halde değil, bilakis saçma olduğu için inanıyorum” şeklindeki meşhur sözü, hem kendi anlayışını, hem de radikal imancılığı açık ve net bir biçimde anlatmaya yeterlidir.
Origenes (MS 185 – 254)Yunan dünyasının Doğu bölümünde yetişmiş olan Origenes İskenderiye'de Clemens'in okulunda görev almıştır. Hıristiyanlığın ilk dönemi için çok önemli ve karakteristik bir düşünürdür. Ammonios Sakkas'ın öğrencisi olan Origenes'in karakteristik yanı, Hıristiyanlık ile Yeni Platonculuk arasında biryerlerde olmasıdır. Nitekim bu "kararsızlığı" kendisini Kilise ile anlaşmazlığa düşürmüş ve sonunda Hıristiyan cemaatinden kovulmasına neden olmuştur.
Yeni Platonculuk ile Hıristiyanlık arasında başlıca farklardan birini, "Tanrı anlayışı" oluşturur. Hıristiyanlık Tanrı anlayışını Yahudilikten almıştır, yani Tanrı, Hıristiyanlığa göre de, evreni yoktan yaratmış olan bir "Yaratıcı "dır. Oysa Yeni Platonculuk evreni Tanrı’nın bir görüntüsü olarak düşünür. Evren, ışığın güneşten çıkıp yayılması gibi, "kutsal anlamın bir yayılması"dır. Origenes de Tanrı anlayışında daha çok Yeni Platonculuğa yakındır.
Hıristiyanlık ile Yeni Platonculuk bir de "Tanrı ve insan" ilişkisi konusunda farklı düşünürler. Hıristiyanlığa göre insan Tanrı’nın "yarattığı" bir yaratıktır ve bundan dolayı Tanrı ile insan arasında yaratan ve yaratılan ilişkisi geçerlidir. Bu nedenle ikisinin arasında "aşılamaz bir uçurum" bulunur. Oysa Yeni Platonculuk için insan, Tanrı’nın bir görünüşüdür. İnsan kendinden geçme durumunda yeniden Tanrı ile "birleşme" imkanına sahip olur, ancak bu kendinden geçmenin kutsal anlamda olması şarttır.
Augustinus (MS 254 – 430)Augustinus, bir doğru vardır ve bunun elde edilebileceginden şüphe edilemez şeklinde ifade edilebilecek düşünceyle hareket eder ve ünlü formülü "Şüphe ediyorum, demek ki varım" sonucuna ulaşır.Bunun yanı sıra Tanrı'nın varlığı öncesiz ve sonrasız bir varlıktır.Her bilgi Tanrı'nın varlığının kanıtı olan zaman dışı doğruluğun aranmasıdır.
SKOLASTİK FELSEFESkolastik felsefe, genel olarak bir öğreti durumuna gelmiş olan Hıristiyan inancının temellendirilmesi ve sistematikleştirilmesi girişiminden doğmuş olarak kabul edilir.Bu anlamda Patristik felsefenin devamı niteliğindedir. Bir başka açıdan Ortaçağ felsefesi denildiğinde akla gelen Skoilastik felsefedir.
Skolastik felsefenin ana yönelimi Aristotales'e yönelmiş olması tarafından belirlenir.Patristik felsefede görülen dinsel ağırlıklı Platonizmden ayrılmak üzere, skolastik felsefede bilgi ağırlıklı bir Aristotelizm öne çıkar.
Skolastik felsefenin yönelimi rasyonel düşünceyi inanca uygulamak, vahiye akıl aracılığıyla bir kavranılırlık getirmek, inanca akıldan gelen saldırıları yine akıl aracılığıyla engelemeye çalışmaktır."Anlamak için inanıyorum" düsturu bir anlamda Skolastik felsefenin nihai konumunu göstermektedir
Tek bir geçerli doğruluk vardır ve bu nedenle de yalnızca tek bir doğru bilgi sistemi olabilir.
Etik anlamda ise skolastik felsefe hem emredici bir ahlakı hem de bir değer ahlakını geliştirmiştir diyebiliriz.İyi bir değerdir ve Tanrı iyinin tamamıdır, bu nedenle kişi, bu değere yani "en yüksek iyi"ye ulaşmaya çalışmalıdır
Anselmus (MS 1033 – 1109)
İnanmak için, anlamaya çalışıyorum" değil de "Anlamak için inanıyorum" tavrının başlatıcısı olan ve inanç - akıl ilişkisi söz konusu olduğunda, akıl karşısında inanç ya da imana, bilgi karşısında da otoriteye öncelik verir.
Ontolojik tanrı kanıtlamasıyla bilinir. Tanrının varlığının kanıtı, bizzat tanrı kavramının kendisinde mevcuttur, başka bir açıdan tanrı'nın varlığı bizzat tanrı kavramının kendi içerimleri aracılığıyla kanıtlanabilirdir. Ontolojik kanıtı öne sürenler, Tanrı'nın kavramsal bir zorunlulukla en yetkin varlığı belirttiğinden hareket ederler; böylece, eğer tanrı varolmasaydı, en yetkin varlık olmasının sözkonusu olamayacağını belirtirler. Varlık yüklemine sahip olmakasızın, tanrının en yetkin iyi olması sözkonusu olamaz. Buradan çıkan sonuç, eğer tanımı gereği tanrı en yetkin varlıksa, varolduğunun kanıtı bizzat burada ortaya çıkmaktadır.
Petrus Abeleradus (MS 1079 – 1142)Niyetle eylemi ayırt etmek gerektiğini söyler. İnsan yaşamındaki her şeyin kötü gibi gösterilmesine karşı çıkar. Kitapları yakılmış ve aforoz edilmiştir.
Albertus Magnus
İnanç ve vahiy yoluyla kazanılan bilgiyi birbirinden ayırmış ve bu ikisinin birbirine karşıt olmadığını söyleyerek inanç için bir hakikat, akıl için de ona çelişik bir hakikat bulunmadğını iddia etmiştir.
Thomas Aquinas (MS 1225 – 1274)Birçok bakımdan özgün bir düşünür olan Aquinas'ın felsefesi önemli ölçüde Aristoteles'in metafiziğine dayanır. Ortaçağ Hıristiyan felsefesinin doruk noktasını gösteren Thomas, öncelikle metafizikle teoloji, akılla inanç ya da arasında bir ayrım yapmıştır. Buna göre, yalnızca doğal aklın ışığına dayanan, inancın doğaüstü ışığı olmadan, salt insan aklı yoluyla bilinen ilkeleri kullanan metafizikte, filozof duyusal varlıklardan, deneyin dünyasından hareket edip, akıl yoluyla Tanrı'ya yükselir. Buna karşın, aklı kullanmakla birlikte, lkelerini inanç ya da otorite temeli üzerinde kabul eden teolojide, Thomas'a göre, kendisini vahiy yoluyla gösteren Tanrı'dan yola çıkılır ve yaratıklarına geçilir.
Ockaham’lı William (MS 1285 – 1347)
Skolastik felsefenin son dönemlerinin en ünlü filozofudur. Bir Fransız rahibi olan William, Skolastik dönemde ilk belirtileri Roscelinus’ta görülen nominalizmin önde gelen temsilcisiydi.
Ona göre; tümeller, gerçek bir varoluşa sahip değil, yapma şeylerdi. Ancak soyut düşüncenin ürünü olarak ve bilmsel çalışma içinde ortaya çıkabilirlerdi. Çokluğun ortak olan yanı değil, onlara yüklenebilir olan isimlerdi. Bilim, geneli değil, özeli, tekil olan varlığı incelemelidir. Çünkü yalnızca tekil varlıkların bir gerçekliği vardır. Şeyler, ilk baştan beri birey olarak vardırlar.
Ockhamlı William, amprik bir bilgi anlayışına sahipti. Ona göre deney, her türlü bilginin temelidir. Özel, bireysel varlıklarla, olayların varoluşunu, yalnız deney ve duyulara dayanan bilgi ile bilebiliriz. Bunun için, önermeleri deneyde kontrol edileyemeyen bir rasyonel teolojinin, ya da ruhun ölümsüzlüğünü tanıtlamak isteyen -nesnesi gözlenemeyen- bir psikoljinin olmayacağı da aşikârdır. Dolayısıyla Tanrı’nın birliği, sonsuzluğu, hatta varlığı dahi dahi kesin olarak tanıtlanmaz. Bu gibi bilgiler ancak inancın konusu olabilirler ve ancak inanılarak kabul edilebilirler. Bunlar ne tanıtlanabilirler, ne de tanıtlamakta ilke alarak kullanılabilirler. Bu anlayışla o, inanç ve bilgiyi kesin çizgilirle birbirinden ayırır.
Roger Bacon (MS 1220 – 1292)
"Deneysel bilim" yolunda çaba harcamış olan Bacon, çağdaş bilimin deneysel yaklaşımının tarihsel bakımdan erken olgunlaşmış bir temsilcisi olarak kabul edilir. İnsanın bilgisizliğinin nedenleri üzerinde duran Bacon, otoriteye dayanmanın, geleneğin etkisinin, önyargıların ve kişinin cehaletini saklayan sözde bilgeliğin, insanı hakikate ulaşmaktan alıkoyduğunu söylemiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder